A te appartiene la mia nudità ossea la spina dorsale. Puoi bermi di notte in un calice di sussurri rossi nel gelo della luna nelle cicatrici che scrive la tua bocca Non sorgerà mai giorno nella nostra danza oscura Il tempo capirà che siamo la costola mancante.
Scrivo nell’inchiostro sdraiata sul tuo respiro divido in sette la notte le mezze ombre lambiscono la riva, la corda del tempo in una festa di ossa, in una rosa di spine rosse Ti trovo con le dita, siamo granelli di sabbia che scivolano come sussurri di una solitudine in due.
silik düşler taşır teni günah nehrine varamadan esintisiz bulutların yağışlarına bir kayboluştur yaşamın rengi mavideyken uçuk düşler koparır dört yapraklı yoncadan şansı parçalanmış ruhlar taşır parçalanmış bedenleri sona.
I- iç ses
tinlerin kaçışı ölümün festivalinde resital sunar arsızca günah çağında.
ikinci bap / gecikmiş bahar
her çocuk toprağa düştüğünde çığlıklar büyütür her bir yas yarım dünyalık bir seyir usancın ağırlığından kambur dünyalık bir hapishane kuşatmış gökyüzünü kadrajı kırık yalancı zamana tapınan silinmeden yaraların izleri ruhumdan, ölmek… bin defa ölmek…
II- iç ses
tutulası tarafı yok yeniden her şey tutulası acılar hükümranken bize davetsizce
an gelir amforalar açar kapılarını ölüm gerçek sesi kaybolan rüzgâr düşer yıldız mavi derinliklerden kaçıncı uykuya doğru.
üçüncü bap / monolog
bugün dünya zaaflarını önüne almış günah çıkartıyor bir çocuk cenazesi gibi yaşanmamışlığın sessizliğini taşıyan
bir çocuk mezarı gibi dar ve kasvetli bir çocuk masalı kadar gerçekçi
bu hikâyesi olmayanların düşleri her hangi karanlığa uzanış gibi.
seni maldoro’nun altıncı şarkısına yatıracaktım lakin duymuyorsunuz o halde beynimdeki şenliği ateşleyerek seni birr şiirde hayal ediyorum. etmeyeyim mi. nasıl hayal etmemi isterdiniz.. kansız mı olsun.
..
biliyorsun ceza dosyaları okuyorum ve uyuduğumda çok tuhaf rüyalar görüyorum ohhoooo dokuz sekiz trakya havası gibi bütün kafaları duvarlara çarpıyorum sanki karpuz mevsimindeyiz her taraf kan öyle şuursuzluk yani öyle psikopat gözkapağı altları ve ışıklarım sonuna kadar açık ve kusura bakmıyorsun değil mi hafızamdaki bu acayip şenliğe ellerim titriyor rüya içinde rüya bütün parmaklarım senin şakaklarında kafanı düşsel bir sevinçle tam öpecektim ki birden senin robdöşambr klarnet çalmaya başlamış kedilerim de boynumda, hep beraber duyuyoruz çigan müziğini.. hımmm.
,,,
cucurbita’m…..
çok teessüf ediyorum size bu ışıkları neden kapatıyorsun bu şenlik hoşunuza gitmedi mi gitmediyse neden gitmedi alçak cucurbita’m, en değerli meymenetsiz bal kabağı’m..
ne zaman ıslak ağzımı öpsem plastik çiçekler kuruyor. hafızadan öte bir yol yok, lakin benden önce beyin kartı aşağıdan lekelenmeye başlamıştı bu yüzden kokusuz şeyleri içime çekiyorum.
bazı yaralar oluşur, ıslak zemin kayganlaştığında iskeletleri gözlerimden tanırım ve çürüyebilir avuçlarım büyük iskender ne istediyse pers kumaşında ben de istila ediyorum bir mağara kapısında kendimi ağzımın içinde yaralar oluşuyor,
çünkü karanlık benim mabedim, ışık çekildiğinde sırtımdaki çiçek patlıyor ve müthiş bir alkışa dönüşüyorum…