Uyuyanlar

yer kabuğunun patlamasında
kış gelmesin
çiçeği kırmanın titreşimi.

mühürlenmek için hala çok erken
kader değildi
kanayan çatılar
etçil bıçağın altında.

başka ses
gel buraya bir tohumun hakikati rengini almış
taş üstüne taş
bakışlarım başka bir taşa takılmadan önce.

Reklam

Deprem

Bütün kurtarma ekiplerine sonsuz teşekkürler. Böyle bir felaket dünyanın hiç bir yerinde yaşanmasın.

Depremde bir insanlık fotoğrafı. Yürekleri ısıtan güzel insanlık.❤️❤️

Morus nigra

belki  hiç büyümüyoruz
kar savuran avlulardan
annemizin sandığında hala kaçıncı kez çiçek açan ipliğine bir söz.

belki de havada savruluyor, düşü görüp, düşten kaçan
ve böyle bakıyoruz avuç içleri hep yara
kuzeydeki karahindibanın aldatıcı renginde vardı
ve ağ atıyorlardı hançerin izi,
apansız rüzgar.

kaburgamda gece, orada zar atıyorum
bir buluntunun kan akışında damarlarımız çatlayana kadar
bağırıp açığa çıkacağız
bakışsız ve şarkısızdık
neydi gölgenin ve suyun dilsizliği
buraya sızan büyümüşlük.

Epigram / çığlık

kendini saklayan yağmur
bu holeftia tepelerinde cinler top oynuyor
ve sükunetle sizi bekliyorum
merhamet tatlılığın kaynağı değildir
o kırık ağaçların iç çekimi
o sisler ve kulağıma çarpıp geri dönen ıssızlık
dili tutulmuş ay
kendini bitiren bir kurdun uluması
ve benim ellerim burada durmuşken,

başını nereye çevirdin sevgili kedim
nefret edilmiş  alacakaranlıklar
kılıçlar ve aryalar üzerinden
baçka bir mezarlık kimse bahşetmesin
ışığı kapattım
kimse bulamayacak tanenin gözlerini

Epigram / körlük

uh, yüzbin altın bağışlayacaklar sana
küçük kıçını kaşıyacaksın ve bir varsıl köpeği olacaksın
git ruhunu sat, esin perileri bir at bokuna bulaşacak
ve kıçın büyüyecek,

kirlidir yaratıkların evi
duygusuz ve bunca zaman ne iyi gelmiş
evet, evet
dört köşe donatılmış masalarda boynun şişmanlıyor
parlıyor altın dişlerin;

uh, cattuscuğum
yüz ver sıçanın götüne
havuza yönel ve orada bir güzel düzsünler seni..

Epigram / Taştaki söz

nasıl bakıyorsun, o kırık vazo
figüran parıltılar saçan bir öngörmüşlük
diplere in. yerin yerinden oynadığı
uzağa kaçmış kuğunun boynu
bir gürültüde  ezilmişlik vardı
yakıp kavuran bu güneş de değil
örülmüş kafes
yedi kupa şarap,  karanlığın elleri
ve baka baka döküyorsun o kurtları sökülen
eski deriler ve armağanlar
al götür
yanından ayrılmayan bu rüzgar ile
merhaba, ağzımda tuttuğum söz
son duvarın külü
az bulunur, az söylenir.

Ne günahkâr zehirli asi bir tohum, hiç yokuz

/

rüzgara söyle hepimiz ceset gibi kokuyoruz ve fazla yaklaşmayın.

havlayan köpekler, birbirine bakan göz arkadaki yüzler ve kanun hiçbir zaman doğruyu söylemiyor
ya da halil cibran’ın mezarlıklarına bak
görünen göründüğü gibi olmadığında
çekirdeği ne eritiyor
havaya fısıldadım,
o lanet sinek tanrılarından başka ne var ki?
ve sadece gülen seyirciler
fenerler ve bulutlar
ağaçlar çiçeğe donatılmış. ölü bir çiçeğe.

II

çağrılmayanların adı neydi
çağrılmayan kadın, çağrılmayan adam
o bataklıkta ahenkle kükreyen kurbağalar, kuşakları birbirine bağlayan ve göğsünde tutulan bu dart
ne uzun hikayedir, belki hikayeler anlatır bir kurbağa ötüşü
kalkıyorum, kurbağalar dönüyor kafamın içinde
ben sadece yakup’un ağzını öpmekten geliyorum
donuk hal, beyin damarları ve yenilgiler gibi bir anevrizma
tekrar yenilmek
peki kaybedersen ne olacak
tekrar deneyin sisifos gibi
tekrar yenilin aşağıya doğru
yine yenileceksiniz yukarılarda
müziğin ritmik her vuruşunda,
.
.

şimdi lilith’i öpmeye gidiyorum
kimsenin görülmediği yer
kimsenin çağrılmadığı o yerde.