belki hiç büyümüyoruz kar savuran avlulardan annemizin sandığında hala kaçıncı kez çiçek açan ipliğine bir söz.
belki de havada savruluyor, düşü görüp, düşten kaçan ve böyle bakıyoruz avuç içleri hep yara kuzeydeki karahindibanın aldatıcı renginde vardı ve ağ atıyorlardı hançerin izi, apansız rüzgar.
kaburgamda gece, orada zar atıyorum bir buluntunun kan akışında damarlarımız çatlayana kadar bağırıp açığa çıkacağız bakışsız ve şarkısızdık neydi gölgenin ve suyun dilsizliği buraya sızan büyümüşlük.
kendini saklayan yağmur bu holeftia tepelerinde cinler top oynuyor ve sükunetle sizi bekliyorum merhamet tatlılığın kaynağı değildir o kırık ağaçların iç çekimi o sisler ve kulağıma çarpıp geri dönen ıssızlık dili tutulmuş ay kendini bitiren bir kurdun uluması ve benim ellerim burada durmuşken,
başını nereye çevirdin sevgili kedim nefret edilmiş alacakaranlıklar kılıçlar ve aryalar üzerinden baçka bir mezarlık kimse bahşetmesin ışığı kapattım kimse bulamayacak tanenin gözlerini
uh, yüzbin altın bağışlayacaklar sana küçük kıçını kaşıyacaksın ve bir varsıl köpeği olacaksın git ruhunu sat, esin perileri bir at bokuna bulaşacak ve kıçın büyüyecek,
kirlidir yaratıkların evi duygusuz ve bunca zaman ne iyi gelmiş evet, evet dört köşe donatılmış masalarda boynun şişmanlıyor parlıyor altın dişlerin;
uh, cattuscuğum yüz ver sıçanın götüne havuza yönel ve orada bir güzel düzsünler seni..
nasıl bakıyorsun, o kırık vazo figüran parıltılar saçan bir öngörmüşlük diplere in. yerin yerinden oynadığı uzağa kaçmış kuğunun boynu bir gürültüde ezilmişlik vardı yakıp kavuran bu güneş de değil örülmüş kafes yedi kupa şarap, karanlığın elleri ve baka baka döküyorsun o kurtları sökülen eski deriler ve armağanlar al götür yanından ayrılmayan bu rüzgar ile merhaba, ağzımda tuttuğum söz son duvarın külü az bulunur, az söylenir.
rüzgara söyle hepimiz ceset gibi kokuyoruz ve fazla yaklaşmayın.
havlayan köpekler, birbirine bakan göz arkadaki yüzler ve kanun hiçbir zaman doğruyu söylemiyor ya da halil cibran’ın mezarlıklarına bak görünen göründüğü gibi olmadığında çekirdeği ne eritiyor havaya fısıldadım, o lanet sinek tanrılarından başka ne var ki? ve sadece gülen seyirciler fenerler ve bulutlar ağaçlar çiçeğe donatılmış. ölü bir çiçeğe.
II
çağrılmayanların adı neydi çağrılmayan kadın, çağrılmayan adam o bataklıkta ahenkle kükreyen kurbağalar, kuşakları birbirine bağlayan ve göğsünde tutulan bu dart ne uzun hikayedir, belki hikayeler anlatır bir kurbağa ötüşü kalkıyorum, kurbağalar dönüyor kafamın içinde ben sadece yakup’un ağzını öpmekten geliyorum donuk hal, beyin damarları ve yenilgiler gibi bir anevrizma tekrar yenilmek peki kaybedersen ne olacak tekrar deneyin sisifos gibi tekrar yenilin aşağıya doğru yine yenileceksiniz yukarılarda müziğin ritmik her vuruşunda, . .
şimdi lilith’i öpmeye gidiyorum kimsenin görülmediği yer kimsenin çağrılmadığı o yerde.