uh, yüzbin altın bağışlayacaklar sana küçük kıçını kaşıyacaksın ve bir varsıl köpeği olacaksın git ruhunu sat, esin perileri bir at bokuna bulaşacak ve kıçın büyüyecek,
kirlidir yaratıkların evi duygusuz ve bunca zaman ne iyi gelmiş evet, evet dört köşe donatılmış masalarda boynun şişmanlıyor parlıyor altın dişlerin;
uh, cattuscuğum yüz ver sıçanın götüne havuza yönel ve orada bir güzel düzsünler seni..
nasıl bakıyorsun, o kırık vazo figüran parıltılar saçan bir öngörmüşlük diplere in. yerin yerinden oynadığı uzağa kaçmış kuğunun boynu bir gürültüde ezilmişlik vardı yakıp kavuran bu güneş de değil örülmüş kafes yedi kupa şarap, karanlığın elleri ve baka baka döküyorsun o kurtları sökülen eski deriler ve armağanlar al götür yanından ayrılmayan bu rüzgar ile merhaba, ağzımda tuttuğum söz son duvarın külü az bulunur, az söylenir.
rüzgara söyle hepimiz ceset gibi kokuyoruz ve fazla yaklaşmayın.
havlayan köpekler, birbirine bakan göz arkadaki yüzler ve kanun hiçbir zaman doğruyu söylemiyor ya da halil cibran’ın mezarlıklarına bak görünen göründüğü gibi olmadığında çekirdeği ne eritiyor havaya fısıldadım, o lanet sinek tanrılarından başka ne var ki? ve sadece gülen seyirciler fenerler ve bulutlar ağaçlar çiçeğe donatılmış. ölü bir çiçeğe.
II
çağrılmayanların adı neydi çağrılmayan kadın, çağrılmayan adam o bataklıkta ahenkle kükreyen kurbağalar, kuşakları birbirine bağlayan ve göğsünde tutulan bu dart ne uzun hikayedir, belki hikayeler anlatır bir kurbağa ötüşü kalkıyorum, kurbağalar dönüyor kafamın içinde ben sadece yakup’un ağzını öpmekten geliyorum donuk hal, beyin damarları ve yenilgiler gibi bir anevrizma tekrar yenilmek peki kaybedersen ne olacak tekrar deneyin sisifos gibi tekrar yenilin aşağıya doğru yine yenileceksiniz yukarılarda müziğin ritmik her vuruşunda, . .
şimdi lilith’i öpmeye gidiyorum kimsenin görülmediği yer kimsenin çağrılmadığı o yerde.
ben bugün şarap içmeyeceğim bir fincan kahve biraz da çikolata çekti canım zaten şarap haramdır öyle söyledi çantayı taşıyan derviş tüh.
bunun üzerine az gittim yol gittim anlaşılır bir şiir yazdım
yolda ivan yakolaviçle karşılaştım
ölü mü canlı mı bilemedim
kulağının arkasını kaşıdı
hey şeytan
iyi hayaller, bol yağmurlar sana dedi
öyle tuhaf sokaklar caddeler aygırlar
panayır ve arabaların gıcırtıları
bütün iş yerleri sıkıcı
dilekçenin dibine de not düştüm
hay sokayım bu işe
koca bir cilt aşk romanını bitirdim ama anlamadım
kar yağıyordu
akaki akakiyeviç’in sesini duyar gibi oldum
-bir palto için yüzelli ruble verilir mi lan.
ne zaman nerede nasıl giyineceğimi devlet daireleri söylüyor
ben söylemiyorum yırtık kotuma alışsınlar ne yapabilirim
olağanüstü bir durum değil hemoroidal dedikleri de bir hastalıkmış
evlenirsem üç çocuk yapacağım ani bir u dönüşü olsun
ve kabul edilirse çocukların adını mokki, sossi hozdazat koyacağım
nikolay vasilyeviç gogol’ dan aşırdım bu isimleri.
hakim konuşmasını sürdürüyor ama ben dinlemiyorum budala bir hayalin peşine takıldım yorgun ve sinirliyim zihnimde uzunca sohbet ettim onunla çok karizmatik delikanlıydı eve gittik soyulmuş ağacın ışıklarını söndürdük
tam gürültü çıkaracaktık ki kürsüde tokmak sesi davayı kaybetmişim.
Ey kapıları kapalı insanlar. Bulutlar bize darbeler veriyor birkaç mor ölmek üzere gökten düşen bir yıldız kül olmadan nasıl durdurulur bu bizim yürek burkan düşüş(ler)imiz,
orada öğleden sonra rüzgarın sisi çöl kumu tüm şehirleri sular altında bırakacak. Öldükten sonra seni bırakamam gökyüzü yanıyor saf huzur içinde.