Dali’nin eriyen cep saati, kumların üzerinde çorba değil, jelatin gibi titriyordu; içinden Hamlet’in “Olup olmamak…” diyen dili sanki bir solucanmış gibi kıvrılarak düşüyor, kumların üstünde kelimeleri ısırıyordu. Harfler kara böceklere dönüşüp Kafka’nın paltosuna tırmanarak cebine bir dilekçe değil, sonsuz bir reddetme formu yazıyordu.
“Ahhh haaaahhh! Bakın, prens! Harfleriniz çürüdü, sofrada yeriniz yok!” diye kahkırdı Sappho.
Sappho, dev saatin sarkık akrebinde bir trapezci gibi sallanıyor, gözlerinden sarı, mavi, kırmızı, yeşil renklerin hepsi yanık cam gibi akıyor, yere düşerken Paganini’nin kemanına damlayıp onu elektrikli bir matkap gibi titretiyordu. Paganini, kontrol etmeye çalıştıkça kemanın yayından fışkıran notalar Nietzsche’nin kafasına mermi gibi saplanıyor, “Tanrı öldü!” sözünü paramparça, anlaşılmaz bir hırıltıya dönüştürüyordu.
Nietzsche öfkeyle sappho’nun yüzüne bakıp gürledi;
“Sen kahkahanın kölesisin! Üst insan değilsin, sen sadece…”
“Ben kahkaha değilim, ben kahkahanın yankısıyım! Çekicin bir zeytin, hhaaa hhaaahaaaahhaaa !” diye bağırdı Sappho. Gerçekten de Nietzsche’nin çekici yağlı bir siyah zeytin gibi elinden kayıp yere düşerek yuvarlandı ve Kafka’nın ayağına çarptı.
Kafka titreyerek, “Ben sadece mahkememi arıyorum,” dedi, fakat sesi Dali’nin fırçasıyla çizilmiş mavi bir ağzın içine düşüp boğuldu.
Hamlet delirmiş gibi;
“Mahkeme mi? İşte mahkemen! Her kelime idamdır, her boşluk çarmıhtır!” diye dosyayı göğe fırlattı.
Dosyadan saçılan kağıtlar uçuşurken, Paganini’nin kemanından çıkan vahşi bir nota bir tanesini yakaladı, katladı, katladı ve onu keskin bir kağıt uçağa dönüştürdü. Uçak, sivri ucuyla Sappho’nun yakasına saplandı.
“İşte kanıt, ahhhh haa haaa! Ama hangi dava, hangi suçtan?” diye haykırdı Sappho, kahkahası artık acıyla çığlık arası bir uğultuya dönüşmüştü.
Dali bu anı görüp çılgınca bağırdı;”Mükemmel!” Bir fırça darbesiyle Kafka’nın paltosunu sıvıya çevirdi; palto yerin altından kara bir göl gibi kabarıp Kafka’yı yutmaya başladı. Palto bağırıyordu.
Nietzsche, “Bu sadece bir metafor!” diye kükredi, ama kendi ayakları da aynı göl tarafından emiliyordu.
Hamlet şaşkındı. “Deliller eridi… peki ben neyi sorgulayacağım?”
“Her zamanki gibi kendini! Hahaahaha haaaaahhh!” diye güldü Sappho ve eriyen saatten diğerine, deli bir akrobat gibi atladı.
Paganini son bir çığlıkla kemanını dizginledi, öyle hızlı bir nota çaldı ki gökyüzünü (Dali’nin tuvali) ikiye yardı. Ses dalgası Sappho’yu susturdu, Kafka’yı bataktan çekip çıkardı, Nietzsche’nin zeytin çekicini paramparça etti.
Her şey durdu. Sessizlik.
Bir an.
Sonra aynı anda patladı:
Kafka bağırdı,…”Teşekkürler!”
Nietzsche…”İşte güç!”
Hamlet….”Çalmak mıydı, çalmamak mıydı?”
Dali… “Mükemmel bir çizgi!”
Sappho… “Ahhhhaaaa hohhh hahaha. Kesti, ama neyi kesti?”
Ve gerçekten de kesilen, Paganini’nin keman teli idi. Tel süzülerek Hamlet’in ayağına doğru kaydı.
Herkes ona baktı. Hançer mi, Yargıç mı, Cevap mı?.. Yoksa sadece tel mi?
Tam karar veremeden Kafka’nın altındaki göl kurudu, binlerce dilekçe kağıdına dönüştü. Paganini ağladı, kemanını yere fırlattı; keman Dali’nin kafasına çarpıp onu bir fırçaya çevirdi. Nietzsche bu fırçayı kaptı, gökyüzüne “Anlam!” yazmaya çalıştı, ama Sappho’nun kahkahaları çizgiyi bozup okunaksız hale getirdi.
Hamlet keman telini yerden aldı, bir an baktı, sonra saçmalığın ortasında ilk kez kesin bir eylemle, teli Sappho’nun ağzına fırlattı.
Gluk. Ha. Gluk. Gluk..Tıııssss
Sessizlik.
Tatlı, muzaffer bir sessizlik.
Ama yalnızca bir saniye. Çünkü Sappho teli boğazından çıkarıp daha beter güldü. Kahkaha, çığlık, kusmuk ve nota karışımı bir histerik gülüşü.
Ve herkes birbirine girdi;
Dali artık bir fırçaydı. Nietzsche onu delice sallıyordu. Kafka kağıttan bir heykeldi. Paganini kemansız ağlıyordu. Hamlet hâlâ bir eylem yapmanın şaşkınlığındaydı.
Kaos, saf bir sanat eserine dönüşmüştü.
Kimse anlamıyordu.
Bu yüzden kusursuzdu.