bakmıştım çocukken parlayan çelenk sesin taş şenliği. sınırsız ve güçlüydü annem böyle söylerdi. dinle rüzgarın yağmurun sesini çal biraz. oynat ellerini iplikleri sar renkli mi renkli parmak her çocuk hak etmelidir. değeri var taşıdım kalbimde..
/
tane tek iz. gaia’nın kibriyle tüm toprak kurumuş canım benim tuzdan gözyaşı belki de bir şarkıydı büyük acılar büyütür her şeyi zaman içe dönük beş parmak beş parmağı keser kusursuzdur toprak ten kuru bir kafeste oturur ala ceylanlar ya da bir iki üç ötesi sus.
Modern zamanların tek noktası dağılmış bir gezegen. Bakınız işte yıkılmış evler, binalar, aileler. Oradaki soğuğu hissediyorum. Akıl tutulmaları saçımın ucundan akıp gitmiyor. Katilsiniz ve yarattığınız katilin aklını sorgulayamazsınız. Ağzınıza biber imzası atarım ve bok çukuruna düşmüş adalet sistemini haykırabilirim diye düşünürken aniden beynimdeki hastanenin zili çalıyor. Bir pazar gecesi kaçmayı düşünüyorum. Şöyle muhabbet yolunda kız güzel, oğlan yakışıklı, kapıcı perdeyi çekmiş bizi gözetliyor. Kancayı gidip kapısına takacağım. Kapının kolu yok. Dişime bir zar, kesintisiz müzik gibi tamamen sıradan görünebilme içgüdüsü, en ürkütücü yanımla empati yoksunluğu. Yüzeyin altında olanlar kimin umurunda, katıksız bencillik ve öyle gidiş halleri. Kapıyı çalmayın. Eyalet akıl hastanesinde yaşıyorum. Biri baş ucumda not faund 404 yapıştırıcın yok diyor. Aklın uçup gitmiş kızım senin.
….
Bir ayinsel öldürmeye ipini sermişlerin yanında durup sayfaları çeviriyorum. ‘’ Cleveland gövde kasabı’ Ayinsel ödüller. Kadın çorabı ve stiletto ayakkabıların delil olarak sunulduğu piramitsel taşları bir yere koyamıyorum.Ucu ucuna değmiyor aklımın. Güzel replika, tiyatro sahneleri, tebrik kartları üçlemesinden sıyrılıp bütün giysilerimizi çıkartıyorum. Tenimiz süslü kurdelenin son mitinginde ve dişi mozaşist kutsal rabbani ayiniyle kasıklarına iğneyi batırıyorum. Ruhu dışarıya akıyor. Tanrım ne güzel diyorum. Ne güzel adam. Çatlaklar sızıyor düşüncelerimden çözülmeyenler listesinde bugün bir numarayım. Küçük toplardan yapılmış küplerim dönüyor odamın tavanında. Biri aşure getirse bir güzel yiyeceğim lakin 44 kalibrelik katiller evine dönen kadını başından vuruyor. Aklım uçuyor Calvino’nun sözlerine -Kum yüklü rüzgarın aşındırmasıyla harflerin yarısı silinmiş. Çözülmesi olanaksız bir alfabeyle yazılı yazıtlar gibi böyle kalacaksınız diyor.
Hım diyorum. Doldurulacak çok göğüs kafeslerimiz var. Bir akşam yemeğinde en sevdiğimizin izini silebiliriz harflerden. Not düşebiliriz. Kuaför salonunda çalışıyordu ama bugün işe gidemeyecek.
…..
Cehennem diyor mektubun ucu. Taşınacaklar var. Issız otopark dehlizleri, çöp kutuları, bir alay bilinmeyeni okurken kanım donuyor aklımın içinde. Satılık böbreğim var diyorum. Alın kızartıp yiyin. Beyan ediyorum akıl hastanesine, benim yüzümde güzel maskeler var. Kabuslarım pek normal sayılmaz. Açlıktan ölmek üzeri olan varsıllara hediyem olsun. Açın hurdalığın kapaklarını afiyet olsun. Her zaman bölünmüş kişilikler Heidink’in bilinç altı kurnazlığı’’ hiç pişman değilim ve üzüntü duymuyorum’’ söylemleri ve Carl Panzra posterleriyle bir mektubun değil binlerce mektup sonlarını okuyorum. Orada oturmuş küçük çocuğun gözlerini arıyorlar. Pedofilli sıvısını akıtacak ve mutlu olacaklar listesinde ölü doğulmaz ama ölünür. Bu içine ettiğimin gezegeninde toparlanın ve kapanın. Hastayım diyorum. Böbreğimi poşetledim.
…..
Hahahhhaha ahhahha hayran klüplerine hoş geldiniz baylar, bayanlar, en rezilinden kuzuların sessizliğini mi oynuyorsunuz, mütevazi bir ücret karşılığında içeriye buyurun ve sinemadan akan akademik incelemeyi izleyin. Benim fazla akıl dosyalarım var. Bazılarının güdüleri çok karanlık. Bazıları psikopat, bazıları murder kartvizitli; sonuçta marangozun başarısı iyi kesen aletinden belli olur. ekmek tahtaları, küp kapaklar, kağıt fenerler, stratejik yolda beş çember Miyamoto Musashi, uzun kılıç, yoldaş kılıç, bir çift kılıç. Aynı portrelerin başka versiyonları, kertenkelelerin ölümü ve Reingendo mağarasında uyuyan bir tek güvercinin akıl tutulmaları..
belki yüzüne dokunacağım azı dişlerim bir ışığı yırtar gibi, sana uğrayan alacanın avuçlarında çığlığınızı istiyorum.
.
ve içtik şimdi. o bölünebilirlik büyü buharı tüm ritüeller bir sunağın gözyaşından akar nefessiz ve fısıltılı koyu mavi kutsal iğne adına sessizlik.
dilimle çiziyorum, bu karanlığın küllerinden her şeyin bir dili doğuyor ağzımdan sızıp ateşi toplayan düğüm çeviriyorum yüzümü zehrininin kenarlarına ışığın geçmediği yerleri öpüyorum,
ve başını kuyuya koymuş bir büyücünün göğüs ucunda şimdi gider susuzluğunu.
her gece sanskritçe konuşup tiber ırmağından dökülüyordu karanlık ben ve justitia’nın bağlanmış gözleri.
//
koyuyorum kendimi yer altına entropilerden gelen sırtımız kabuk, önümüz bir aynanın ret ettiği köksüz ve kurumaktayız burkina faso kaburgadan gelen bu inlemeler kemiğimde uyu ve fısıltılı konuş.
///
ay ve revnak yıldızın bize anlattığı sırtımızın biçimi yok diye gölgemiz yoktu yoksa uzanıyorduk, kılıçlardan düşüp ipliklerin bağladığı iki yabancı saç dipleri ve zamanı sayıp, yılanların bizi sokmasını sağlıyorduk oysa bir gemiye binip gidebiliriz şeytanın yağmurları, ganj nehrine uzanmış yarı çıplak büyücüler biz de çıplağız parçalanmış ateşler, köz tuz ve bir kitap ayracıyız, sessizlik yağıyor tanrılar bahçeyi çekerek bozar.
////
belki bir şeye dokunacağız ” şiir ” geyikli gece beynimden firar etmiş absürt rüyalar, gemiler ve sinirleri sökülmüş otlar üzerinde yer altı bu mağaraların dilleri var asi, uğuldayan, çürümüşlüğün içinde iç ne zaman kussak bir iniltinin çığlığını buzlar çözülüyor alnımızda bu uçurumlar karanlıklar ve intiharlar..
siyah vampirin dişlerine sahibim davetkar ve karanlıkta ezberlenmiş hafıza.
bir ışığı söndürdüğümde konuşuyorum, ağız içlerinde suskunluk ateşin yaktığı çıt sesi ve gül yaprağının üstünde senin küllerini içiyorum çok şekersizdik.
gözümdeki delilikten akan açık kalmış kirpik uçları ne kadar günahkarım şimdi vucüt bulduğum arzunun kucaklandığı bu kutsal hediye, bir ölümsüz gibi hareketsiz duran.